PEYGAMBER IŞIĞINDA ÖFKE KONTROLÜ
29-10-2020
2559 görüntülenme
TUĞBA GÜNEY
PEYGAMBER IŞIĞINDA ÖFKE KONTROLÜ
Bizler ki, “( Büyük mükafata erişecek o mü’minler ) büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınan, öfkelendiklerinde affedenlerdir.”(1) âyetinin muhataplarıyız.
Bizler ki, kendini tanrı ilan edecek kadar şirazesi kaymış, her türlü konuda haddi aşmış Firavun için dahi, “Onunla yumuşak bir dille konuşun, umulur ki öğüt alır.”(2) âyetinin zikredildiği ilahi kitabın halifeleriyiz.
Bizler ki, “Gerçek pehlivan güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiğinde öfkesini yenendir.”(3) diyen peygamberin ümmetiyiz. Hani, Taif’te, tek derdi bir olan Allah’ın dinine davetken, sırf bu sebeple, tüm vücudu kan revan içinde kalacak kadar taşlanan, buna mukabil, “Allah’ım onlar (hakikati) bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı.”diyerek bu cürmü işleyenler adına Allah’tan af dileyen, dua eden o rahmet peygamberinin ümmetiyiz.
Kabe’de namaz kılarken, başına deve işkembesi atıldığında, bunu yapanlar için sadece “Allah’ım sana havale ediyorum.” diyerek, takdiri, Muntegîm ve Adl olana bırakma cihetini bizlere gösteren o vakûr peygamberin ümmetiyiz, “İnsanoğlu öfkesinden daha hayırlı hiç bir şey yutmamıştır.” diyen peygamberin. Uhud’da Okçular Tepesi’ni, tüm tembihlerine rağmen, zamansız terk ettiği için 70 sahabenin şehit olmasına yol açan sahabilere karşı dahi yumuşak ve kontrollü tavrının yansıması olarak “...Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar(sahabiler) etrafından dağılıp giderlerdi...”(4) âyetine mazhar olan o halîm elçinin ümmetiyiz. Kendisine, “Ya Resulallah cennete girmeme vesile olacak bir şey öğretir misin?” diye soran sahabiye “Öfkelenme!”(5) buyuran, öfkenin Allah ve kul katındaki vebalinden arınık bir hayata damgasını vuran üsve-i hasenenin ümmetiyiz.
Evet, bizler ilahi nazarda böyleyiz. Peki ya fiiliyatta kimleriz? - Çorbanın tuzunu az kattın! - Yıldönümünde ala ala bunu mu aldın? - Maçıma karıştın! - Dizimi kapattın! - Oyuncaklarını yine mi dağıttın? - Bu çocuğu hep sen şımarttın! - Terfide haksızlık yaptın! - Babanın yolu mu kardeşim, sol şeridi kapattın! - Seni uyarmıştım, kendin kaşındın! - Yeter, son söz benim, haddini aştın! ... Eminin, sizlere de çok tanıdık gelen bu cümle ve tavırların aynı ilahi kitabın muhataplarına, aynı peygamberin ümmetine ait olması, sizlere de çok çelişkili ve bir o kadar da üzüntü verici gelmiyor mu? Kadına ve çocuğa yönelik şiddetin manşetlerden hiç düşmediği yetmiyormuş gibi hayvana yönelik şiddetin bu denli gündeme gelmesi, boşanma oranlarının gün geçtikçe yükselmesi, ceza evlerinin öfkesine bir an yenik düşen insanlarla dolup taşması size de yeterince düşündürücü gelmiyor mu?
Oysa ki, “Hayır! Rabb’ine and olsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”(6) âyet-i kerimesi ve Peygamber’in(sav), nelerin kendisini cehennemden kurtaracağını ve cennete koyacağını soran sahabiye “ Allah’a şirk koşmadan Allah’a ibadet etmeye devam et, farz namazlarını kıl, farz olan zekatı ver, Ramazan orucunu tut, insanların sana davranmasını istediğin gibi onlara davran, insanların sana davranmasını istemediğin şekilde onlara davranmayı terk et.”(7) hadis-i şerifi, Allah’a imanın gönülde başlayarak eyleme dökülen bir inanç olduğunun, fiiliyatta hakimin/rehberin Hz Peygamber yapılmadıkça imanın da hiç bir hükmünün kalmadığının açık delilleri niteliğindedir. Örnek alınmak ise, asr-ı saadette Peygamber(as) için olduğu kadar dün ve bugün biz annebabalar, aile büyükleri ve eşler için de muhabbete tabidir.
O muhabbet ki, azatlı bir köle olan ve daha sonra Resulullah tarafından evlatlık edinilen Zeyd bin Harise’nin babasına rağmen Hz Muhammed’i(as) tercih etmesinde ve çocuk yaşında ilk Müslümanlardan olma şerefine erişmesinde etken olan Peygamber(as) tavrı ve üslubunun kaynağıdır. Peki ya sıklıkla öfke nöbetleri yaşayan bir anne ya da baba, evladı tarafından ne denli örnek alınır, evladının, “Müslüman kimliği” algısında nasıl bir etki oluşturur? Bir yandan sürekli bağırıp çağırarak örselediği, öz saygısını yerle bir ettiği bir ruhta öte yandan nasıl olur da doğru ve güzel bir Allah ve peygamber sevgisi şekillendirebilir, dahası yanlış ve kötü olan inanç ve yaşam tarzlarına kaymasına oluşturduğu hangi bağ ile engel olabilir?
“Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Sonra anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”(8) hadis-i şerifinde nasıl bir rol üstlenmiş olur? Kaldı ki, evlatların anne-babalarını bedenen terk edemeseler de ruhen terk edebilecekleri gerçeği akıldan çıkarılmaması gereken önemli bir realitedir. Diğer taraftan, evdeki varlığı pimi çekilmiş bir bomba hissiyatı yaşatan bir eş ile o yuvanın Hane-i Saadet’e benzemesi ne denli mümkün olabilir? Öfkesi şefkatini silmiş, gazabı merhametini ezmiş, tahammülsüzlüğü sabrını yok etmiş bir eş, bir anne/baba, Hz Aişe (ra) tarafından “Evinde, insanların en yumuşağı ve en iyisi idi.
Çok tebessüm eden ve çok gülen bir insandı.”(9) şeklinde tasvir edilen Hz Muhammed’in( sav) ümmetinden olmak noktasında ne denli bir hak sahibi olabilir? Allah’ın “öf” bile denmesini hoş görmediği(10) , şirke teşvik ettiği durumda dahi kendileriyle iyi geçinilmesini emrettiği(11) , Peygamber’in(sav) Allah’ın rızasını kendilerinin rızasına, Allah’ın öfkesini kendilerinin öfkesine bağladığı(12) anne-babasına karşı, çok haklı(!) gerekçeleriyle hiddetlenerek davranan bir evlat nasıl olurda rıza-i ilahiden medet umabilir, Peygamber(as) şefaatinden ümitvar yaşayabilir? Bu denli tavrını öfke bürümüş, komşusundan gelen en ufak bir rahatsızlıkta dahi küplere binen bir karakter, “ Cebrail bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu.
Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”(13) hadis-i şerifi doğrultusunda hangi kutlu davanın mirasçısı olabilir? Hoşnut olmadığı herhangi bir tutum ya da durum karşısında kızmak, ortalığı savaş alanına çevirmek, ağzına geldiği gibi konuşmaktan başka bir tepki şekli bilmeyen ya da bildiği halde kendi nefsini dizginlemekte, duygularını ve tepkilerini kontrol etmekte bu denli aciz kalan bir kimse, o Rahmet Peygamberi’nin, “...dilinden ve elinden Müslümanlar’ın zarar görmediği kimsedir”(14) şeklinde tanımladığı “Müslüman” kimliğinde kendisine nasıl bir yer bulabilir? Peki, tüm o kırdığımız kalplere ve geldiğimiz bu yaşa rağmen, zararın neresinden dönersek kardır deyip, öfkemizi kontrol altına almamız mümkün müdür?
Her daim muhatap kıldığımız öfke patlamalarımızla ve her an yine maruz kalabilecekleri ihtimaliyle hayatlarını cehenneme çevirdiğimiz o kimselerin ahında yanmadan, dahası “Keskin sirke küpüne zarar.” atasözü gereğince de önce kendi ruh sağlığımız, iç huzurumuz ve mutluluğumuz daha sonra da etrafımızdakilerin huzuru için öfke kontrolü sağlayarak çözüm odaklı bir tavır sergileyebilmemiz mümkün müdür? İşte bu noktada uzmanların önerilerine kulak vermek, ilgili konularda kitaplar okuyarak nefsimizi eğitmeye çalışmak ve kendimize olumlu telkinlerde bulunmak, baş edemeyeceğimizi fark ettiğimiz noktada ise profesyonel destek almak son derece akılcı ve kalıcı bir çare olacaktır.
Kızgınlığımızı arttıran bazı durumların ( vesvesemizi ya da evhamımızı arttıran iç konuşmalarımız, karşımızdakinin zihnini okuduğumuzu sanmamız, anlamsız sınırlarımız, gerçekçi olmayan beklentilerimiz, başkalarının değişmesini beklememiz, anne-babamızdan yaşamımızın ilk yıllarında aldığımız mesajlar, öz saygı eksikliğimiz vb) düşüncenin kontrol edilmesi ( Bilişsel Terapi Yaklaşımı ) yöntemi ile öfkenin durdurulması gerektiği yönündeki iç motivasyonumuzu sağlamak, öfkenin sorun çözmede işlevsiz olduğunun farkına vararak elde ettiğimiz sonucu sorgulamak ( memnun muyuz ) ve öfke kontrolümüzü kaybetmeye başladığımızı hissettiğimiz anda “mola tekniği” uygulamak bu süreçte bizlere yardımcı olacağı ileri sürülen uzman tavsiyelerinden bazılarıdır.
Diğer taraftan âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgililer Sevgilisi’nin(sav) öfke kontrolü husundaki tavsiyelerine uymak da her konuda olduğu gibi şüphesiz bu konuda da şifa niteliği taşımaktadır. “ Öfke şeytandandır, şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Ateş su ile söndürülür. O halde biriniz öfkelendiğinde abdest alsın.”(15),
“Biriniz kızdığında ayaktaysa otursun, öfkesi geçtiyse ne âlâ, aksi takdirde yatsın.”(16), “Sakın hiçbir hakim öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin.”(17), “Biriniz öfkelendiğinde sussun.”(18), “Ben bir söz biliyorum, eğer şu adam bunu söylerse öfkesi geçer. Bu söz, Euzü billahi mine’şşeytânirracîm ( Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.) cümlesidir.” hadis-i şerifleri gereğince öfkelendiğinde fizyolojik ve psikolojik olarak rahatlamak, konuya ara vermek, ortamdan uzaklaşmak ( mola tekniği ) gayeleri ile abdest almak, kan basıncını düşürmek maksadıyla vücut konumunu değiştirmek, öfkenin sağlıklı düşünmeyi engellediği göz önünde bulundurularak öfkeliysen hüküm vermemek, kırıcı ve yıkıcı söylemlerin dile getirilme ihtimalinin fazlalığı ve sonucun daha da kötüye gideceği gerçeği dikkate alınarak susmak ve şeytanın nefsimizi ele geçirmesini engelleyip, durumu Mevlâ’ya havale etmek maksadıyla Allah’ a sığınmak Resulullah’ın (sav) öfke ile baş etme konusunda ümmetine gösterdiği yollardan bazılarıdır. Güzel ahlak olarak tanımlanan din(İslam)(19), söylem değil yaşam tarzıdır.
Müslüman Allah’ın buyruğuna yalnız kalben değil, aynı zamanda ve daha önemlisi fiilen teslim olandır. Rıza-i ilahi ve peygamber şefaati de imandan ziyade amele tâbidir. Güzel ahlak ise, yine Resulullah’ın tanımı ile “Gücün yettiğince kimseye kızmamaktır.”(20).
Bu bağlamda, bağırıp çağırmanın, kontrolsüz öfke davranışları sergilemenin hiç bir problemimize çözüm olmadığı, bilakis, suya atılan taşın halka halka büyümesi gibi öfkemizi de yıkıcı etkilerini de büyüttüğü gerçeği ve bu davranış biçiminin Peygamberî yaşam tarzı ile asla örtüşmeyip, müteessirleri bakımından da dinen çok büyük bir vebali üzerinde taşıdığı bilinci ile hareket ederek, imanımızı dil ile ikrar, kalp ile tasdik formülünden “eylem ile zuhur” mertebesine eriştirmeli ve bu yolda Peygamberî ahlakı düstur, Müslümanca bir yaşamı kendimize şiar edinmeliyiz. Aksi takdirde ailede başlayıp toplumun tüm hücrelerine kadar sirayet etmiş olan şiddetin nesilden nesile aktarımında rol almış; Allah’ın rahmetine, Peygamber’in(sav) şefaatine ve bu doğrultuda dünya ve ahiret saadetimize ket vurmasına zemin hazırlamış olacağız.
Nitekim, “ Allah, mülayim huylu ve güler yüzlü kimseyi sever.” (21)
(1) Şuara Sûresi, 37. âyet (2) Taha Sûresi, 44. âyet (3)Buharî, Edeb, 102; Mülim, Birr, 106-108 (4) Âl-i İmran Sûresi, 159. âyet (5) Tirmizi, Birr, 63/2007 (6) Nisa Sûresi, 65. âyet (7) Camiüssağir, 1130 (8) Buharî, Tefsir(Rûm), 2 (9) İbn Sa’d, Tabakât, 3, 365 (10) İsra Sûresi, 23. âyet (11) Lokman Sûresi, 15. âyet (12) Tirmizî, Birr, 3 (13) Buharî, Edeb 28; Müslim, Birr, 140-141 (14) Buharî, Îman, 4-5 (15) Ebu Davud, Edeb, 3/4782 (16) Ebru Davud, Edeb, 3/4784 (17) Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5, 37 (18) İbn Hanbel, 1, 239 (19) Gazali, ihya, 3/50 (20) Münziri, et-Terğib ve’t-Terhib, 3/ 405 (21) en-Nebhâni, el- Futhu’l- Kebir, 1, 325 )
YAZARLAR
شهم الدين بلاحورلو
اليوم العالم الاسلامي يقف علي حافة الهاوية Devamı...
Dr. Muhammad SAFAR د. محمد صفر
(3) خواطر رمضانية قرآنية Devamı...
Dr.Hasan Fehmi ÇİÇEK
İSRA VE MİRAC Devamı...
Bayram KARA
AMERİKA YAZILARI-3 MASKE-DİN-BİLİM Devamı...
Tuğba GÜNEY
KAYGI VE TEVEKKÜL Devamı...
Arslan ATEŞ
ETE KEMİĞE HAPSOLMAK Devamı...
Av. Mustafa KARAKAŞ
Anayasa Değişikliği, Yargı Tarafsızlığı Devamı...
Şahmettin BALAHORLU
ÜSKÜP (SKOPJE) / KUZEY MAKEDONYA Devamı...
Dr. Metanet OĞUZ
İNSAN, ÖZ DEĞERLERİNİ NASIL BELİRLEMELİ? Devamı...
Mustafa KASADAR
Ar damarı çatlayanların alçaldıkça alçalmaları Devamı...
Dr.Zülkarneyn VARDAR
CENNET NEREDE? Devamı...
İdris ŞEKERCİ
28 ŞUBAT'IN SAHTE MAĞDURLARINI DA SAHTE KAHRAMANLARINI DA TANIYORUZ Devamı...
Beytullah DEMİRCİOĞLU
Haydut Devlet İfadesi Devamı...
حسين الموسى
وجاء رمضان Devamı...
Dr.Ali İmran BOSTANCIOĞLU
Beşeri Sermayeden Etkin İstifadeye Dair Devamı...
Prof.Dr.Abdullah KAHRAMAN
Covid-19 Aşısı Üzerinden Medeniyet ve Uygarlık Farkı Devamı...
Muhammet BİNİCİ
BENİM AİLEM Devamı...
FOTO GALERİ
Time Alem © 2015 Yasal uyarı : Sitemizdeki tüm yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması kesinlikle yasaktır.