ASHAB KOKULU GENÇLERE
16-12-2020
2065 görüntülenme
TUĞBA GÜNEY
ASHAB KOKULU GENÇLERE
İnsan yaşamının gerek fiziksel gerek bilişsel gerekse duygusal gelişimi açısından en dinamik ve
bir o kadar da buhranlı süreci olan ergenlik / ilk gençlik dönemi, anlamaya ve anlaşılmaya en çok
ihtiyaç duyulan gelişim aralıklarından biri. En derin dehlizlerin en kuytu köşelerinde saklanan
gizemli ve özgün sırların, en umut yüklü muştuların gün ışığına gebe olduğu; kokusu, rengi, tadı,
kıvamı, içinde barındırdığı mineralleriyle tamamen kendine has bir öze sahip coşkun bir pınarın,
kendisine sunulan kaynakların en cazip bulunanından fışkırma sancıları çektiği; en görünesi, en
duyulası, en yol verip ardından dua edilesi sancı dönemi. Bilinen tüm ağrı kesicilerin önüne
yığılmadan, sahibinin yerine bağırılmadan, yalnızca, elinden tutularak var gücümüzle “ben
yanındayım” iksiri iliklerine kadar enjekte edilesi, cahil ve o denli âkil bir dönem. Evet, zor ama bir
o kadar da anlaşılması elzem dönem...
Peki niçin, hangi amaca hizmetle anlamalıyız gençlik dönemini ve bu dönemin kahramanı
geçleri? Ah bu zamane gençleri pek sorumsuz, vah günümüz ergenleri de pek doyumsuz,
uğraşları da pek lüzumsuz diyerek yakınmak ve boşlamakla çatışmak arasındaki o girdapta daha
da boğulmak için değil ya da hayatımdaki tek pozitif şey kan grubum pampa modundan ateşleyip
malum dönemi daha da ajite etmek için hiç değil!
Kur’anî tasvirlerle anlatmak gerekirse, gencecik yaşlarında, hayatıyla hayasını bütünleştiren,
iffetiyle abideleşsen Meryem’ler; tevhidi kuşanıp bâtılı sorgulayan İbrahimler; zinaya zindanı tercih
eden Yusuflar; sabrın ve teslimiyetin timsali İsmailler; hakkı söylemekten asla geri durmayan,
metanet ve cesaret sembolü Ashab-ı Kiramlar, evlatlığıyla Rıza-i ilahiyi kazanan Yahyalar olmak
veya yetiştirebilmek için!
Resulullah’ın, “ Rabbim, davamda bana gençleri yoldaş kıldı, İslam’ı gençlerle taçlandırdı.” dediği
o sahabilerin ruhunu bugünün genç dimağlarına yerleştirebilmek için! İlmi ulemayı aşmış, hükmü
ashabı kuşatmış Aişe’yi; henüz 10 yaşında imana eren, 22 yaşında Peygamber aşkına sadakat
örtüsünü üstüne seren Ali’yi; 17 yaşında dışlanmayı, horlanmayı, ölümü hiçe sayıp önce gönlünü
sonra evini hakikat mücahitlerine açan Erkam’ı; henüz 20’li yaşlarında geçici dünyanın tüm
ihtişamına ebedi hayatın aşkını tercih eden Mus’ab’ı; 21 yaşında İstanbul’u fethedip Peygamber
muştusu olan Fatih’i anlamak ve ruhumuzda yeşertmek için!
Necip Fazıl’ın deyişiyle “Zaman bendedir ve mekan bana emanettir.” şuurunda bir gençlik, kökü
ezelde ve dalları ebedde bir davanın aşkına ve idrakine sahip bir gençlik” yetiştirebilmek veya (bir
genç olarak) o ruha bizzat erişebilmek için anlamaya çalışmalıyız gençlik dönemini. Anlamalıyız ki,
Resulullah‘ın deyişiyle “Hiçbir gölgenin bulunmadığı Kıyamet Günü’nde Rabb’in gölgesinde
barındırılacaklar arasında sayılan o “Rabb’ine kulluk ederek tertemiz bir hayat içinde serpilip
büyüyen genci” yaşayalım veya büyütebilelim.
Peki bu ulvi amaca hizmet, bu en değerli emanete himmet nasıl olmalıdır? Gençlerimizin edebi
ve kemali sürecinde uygulanacak hangi usül ve esaslar ashabın ruhunu, Asım’ın neslini
yeşertebilir? Elbette bu sorunun en doğru cevabı ve en güzel uygulanışı da yine âlemlere rahmet
Üsve-i Hasene’nin yaşamımda bizlere ikram edilmektedir. Onun gençler ve yarının gençleri
çocuklarla ilişkisindeki en temel esaslara dikkat ettiğimizde bu esasları iki temel üzere oturttuğunu
görmekteyiz: Koşulsuz sevgi ve yerinde sorumluluk!
Hiç şüphe yok ki insan ruhunun en temel ihtiyacı koşulsuz sevgi ve kabul. Bireyin öz benlik
algısının, ileride kuracağı sosyal ve özel ilişkilerin, seçeceği eş, iş ve arkadaşların, mücadele gücü
ve atılım cesaretinin, kısaca herhangi bir durum ya da kişiye vereceği her türlü tepki, geliştireceği
düşünce ve hissedeceği duygunun temelinde bebekliğinden ve hatta anne rahmine düştüğü
andan itibaren hissett(med)iği sevgi ve kabulün olduğu uzmanlarca da ileri sürülen yadsınamaz bir
gerçek. İlaveten, fiziksel temas eşliğinde hissedilen sevginin sadece ruhsal süreçlerin olumlu
gelişiminde değil aynı zamanda boyun uzamasından zeka gelişimine kadar bir çok fizyolojik ve
bilişsel süreci de büyük ölçüde olumlu etkilediği yine göz ardı edilmemesi gereken bilimsel veriler
arasında. Hakeza cinsiyet, mizaç, akademik başarı ya da geçim korkusu vb etkenlere bağlı olarak
yeterince kabul görmeyen, istenmeyen ya da kıyaslanan, takdir edilmeyen çocukların ileriki
yaşamlarında aynı hususlarda problemler yaşayabileceği de kaçınılamaz gerçeklerden.
İşte bu hususlara ilaveten, bireyin gelişiminde her bir dönemin bir öncekiyle rabıtası olduğu ve
zincirleme ilerleyen bu süreçte her bakımdan sağlıklı ve verimli bir gençlik döneminin her
bakımdan doyuma ulaştırılmış bir çocukluk dönemine bağlı olduğu bilincinde olan Resul-i Ekrem,
sevgiyi çocuk eğitiminin merkezine koymuş ve “ Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte Cennet’teki
dereceniz yükselir.” “Çocuk sevgisi, Cehennem ateşine karşı perdedir. Çocuklara iyilik etmek,
Sırat’ı geçmeye sebeptir. Onlarla beraber yiyip içmek, Cehennem’den kurtuluştur.” buyurmuş,
torunu Hz Hasan’ı öpüp okşadığını görüp “Ey Allah'ın peygamberi, siz çocuklarınızla meşgul
oluyor ve şefkat gösteriyorsunuz. Halbuki benim on çocuğum var ve ben onların hiçbiriyle meşgul
olmam, şefkatle öpmem.” diyen Akra bin Habis’e (ra) “ Merhamet etmeyene merhamet edilmez.
Eğer Allah senin kalbine rahmet ve şefkati verseydi - yani sen bunu hak etseydin- sen de benim
gibi yapardın.” diye karşılık vermiştir. Her konuda olduğu gibi çocuklar arasında da adaletsizliği
men edip onları öpmek hususunda dahi eşit davranılmasını isteyen Peygamber (as), Rabbimiz’in
Kuran’da “Onlardan birine bir kız müjdelendiğinde, öfkelenerek yüzü mosmor kesilir.Verilen
müjdenin (kendisine göre) kötülüğünden dolayı halktan gizlenir. Böyle bir alçaltıcı duruma rağmen
onu yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Görün işte, ne kötü yargıda bulunuyorlar!”
ayetine mukabil “Kimin bir kız çocuğu dünyaya gelir de onu toprağa gömmeden, horlamadan ve
üzerine erkek çocuğunu tercih etmeden yetiştirecek olursa Allah Teâlâ o kimseyi cennetine
koyacaktır.”(1) buyurarak, bugünün kız çocukları yarının ise ümmeti yetiştirecek annelerinin, ailenin
iki direğinden biri olan zevcenin, icraa edeceği meslek ile insanlığın maddi-manevi refahına hizmet
edecek ihlaslı kadının erkek evlat ile aynı ölçüde değere sahip ve layık olduğunu vurgulamış,
üstelik bu gayeye hizmet eden mü’minleri Cennet ile müjdelemiştir.
Yine, geleceğin gençlerini, ümmetin geleceğini inşaa ettiğinin, çocukluk yıllarında oluşturulacak
şahsiyet, hassasiyet ve ihlas ile toplumun yarınlarının kıvamının belirlendiğinin fevkalade farkında
olan Hz Peygamber’in (as), ne zaman bir çocuk görse muhakkak ona selam verip hal-hatır
sorması, kuşu ölen Zeyd’in evine gidip onu teselli etmesi, mevsimin çıkan ilk meyvelerinden
kendisine getirilenlerden ilk olarak çocuklara ikram etmesi, çocuklarla bir yetişkin edasıyla sohbet
edip onları uzun uzun dinlemesi kabilinden bir çok davranışı, adam olacak/olması istenen çocuğu
bugünden adam yerine koyma prensibinin sünnetteki nadide yansımalarından sadece birkaçıdır.
Aynı doğrultuda, Râfi’ b. Amr el-Gifârî’den (ra) dinlediğimiz “Çocukken bir gün komşuların hurma
ağaçlarını taşladım. Bahçe sahibi, beni yakalayarak Hz. Peygamber’in huzuruna getirdi. Hz.
Peygamber ’”Hurma ağaçlarını neden taşlıyorsun yavrum?” diye sordu. Ben mahçup bir şekilde
“Yemek için Yâ Resûlallah!” cevabını verdim. Hz. Peygamber bana, “Ağaçları taşlama yavrum.
Ama istersen ağaçların altına düşenlerden alıp yiyebilirsin” dedi ve sonra başımı okşayarak
“Allah’ım! Bu yavrunun karnını sen doyur” diye dua etti.”(5) hadisesi ve yine Hz. Enes’in(ra)
“Peygamberimize on yıl hizmet ettim. Zaman zaman hatalar da yapıyordum. Buna rağmen Hz.
Peygamber (sav), bir defa olsun bana vurmadı ve surat asmadı. Beni azarlamadı ve ayıplamadı.
Hatta öf bile demedi. Hoşuna gitmeyen bir şey için ’Niçin böyle yaptın?’ diye beni sorguya
çekmedi. Herhangi bir hatalı davranışım için hanımlarından biri ’Keşke şöyle yapsaydın’ diyecek
olsa, ’Bırakın çocuğu, o, ancak Allah’ın murat ettiğini yapmıştır’ deyip beni korurdu. Çünkü O,
çocuklara karşı insanların en şefkatlisiydi.(6) cümleleri, Hz Peygamber’in, hata yapan çocukların
şahsiyetlerini zedeleyici, özgüvenlerini kırıcı üslup ve tepkilerden uzak durduğunun ve en önemlisi
de onların hata yapmalarına ve hatalarından ders çıkarmalarına imkan tanıyıcı tavrının kulaklarımıza
küpe; “Çocuklarınıza saygılı davranın, onlarla alay etmeyin, onlara hakaret etmeyin, aptal ya da
cahil gibi ithamlarla onlara seslenmeyin.” buyuran Resulullah’ın, çocuk eğitimi hususunda dilimize
bal, tavrımıza hâl edilesi pedagojik esaslarındandır. Aynı doğrultuda, “ Çocuk 7 yaşına kadar
emredici, 7 yaşından 14 yaşına kadar emre uyan, 14 yaşından sonraki 7 yıl da anne-babasının
istişare tarafı olmalıdır.” ve “Allah’ın rahmeti, çocuklarının iyi işler yapmasına yardımcı olan anne ve
babanın üzerine olsun!” diyen Peygamber’e(sav), ‘Bu nasıl gerçekleşebilir ya Resulallah’ diye
soran sahabiye cevaben ,“Çocuklarınızdan yapabilecekleri bir işi bekleyin, güç yetiremeyecekleri
şeyleri onlardan istemeyin, onları günah işlemeye mecbur etmeyin, çocuğunuza yalan söylemeyin
ve abes şeyler yapmayın.” şeklindeki hadisi-i şerifleri de Hz Muhammed’in (as) yarının gençlerini
yetiştirmek yolunda bizlere sunduğu altın değerindeki yöntem ve tekniklerdendir.
Gözümüzün nuru, gönlümüzün süruru , ümmetin umudu gençlere Peygamberî nazar ile bakmak
ve o doğrultuda yetiştirebilmenin bir diğer önemli temel esası ise onlara yerinde ve kararında
sorumluluklar vermektir. Çünkü bir insanın birey olması, özgüven ve özsaygı geliştirmesi, benliğinin
gelişip becerilerinin artması, her bakımdan yetkin bir yetişkin olabilmesinin olmazsa olmaz şartı
üstleneceği sorumluluklarda mevcuttur. Öte yandan, “Çocuktur anlamaz!”, “O daha körpe, bunca
büyük varken ona laf düşmez” tarzındaki bakış açıları, ne Resulullah’ın gençlere olan yaklaşımına
uygun düşmekte ne de hayalini kurduğumuz sahabi kokulu nesle temel oluşturabilmektedir.
Oysaki, hasretle beklenen Asım’ın Nesli’ni yetiştirmek, karar alma ve uygulama noktasında
gençlere ya hiç söz hakkı tanımama ya da tanıyormuş gibi yapıp nihayetinde her daim ihtiyar
heyetine bildiğini okutma ile değil, günümüz çoğu anne-babalarının farkında olarak ya da
olmayarak her şeyi evlatlarının önüne hazır koyup onlara fanustan bir hayat kurmasıyla hiç değil,
ancak ve ancak onlara sorumluluk vermekle, onlara güvenmek ve onların ortaya özgün fikirler
koymasını, hayatın zorluklarıyla yüzleşmesini, hak bildiği yolda yalnız da olsa yürüyecek cesaret ve
kararlılığı göstermesini sağlamakla, buna ortam hazırlayıp fırsat vermekle mümkün olacaktır.
Nitekim Kur’an öğüdü ve Peygamber(as) sünneti her konuda genç yaşlı demeden istişareden ve işi
ehline vermekten yanadır. Bu doğrultuda yetiştirilen genç, kendisinin, hem içinde bulunduğu
ailenin/grubun hem de işletilmek istenen sürecin önemli bir parçası olduğunu hissederek aidiyet ve
özgüven geliştirecek hem de alınan kararın tam manasıyla benimsenip uygulanışında en üst
seviyede istek ve iştirakte bulunacaktır. İşte bu önemli temel esas doğrultusunda hareket eden Hz
Peygamber (sav), her türlü konuda gençlerle istişarede bulunmuş, onların fikirlerini özgürce ifade
etmelerine imkan tanımış ve dahası bu fikirleri dikkate alarak kararlar vermiş, onlara son derece
önemli mevki ve kilit noktalarda sorumluluklar vermiştir.
Bu önemli görevlerin başında, hiç şüphesiz, Hz Peygamber’in hayatta olmasına rağmen bir kısım
gence fetva izni vermesini söyleyebiliriz. Örneğin Hz Ali, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mesud,
Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel Peygamber’in (as) fetva vermesine izin verdiği gençler arasındadır.
Aynı şekilde son derece kritik bir görev olan vahiy katipliği görevini verdiği 40 sahabinin yarısından
fazlasının 35 yaşın altında gençlerden oluştuğu ve hatta içlerinde Zeyd bin Harise, Ali bin Ebu
Talib, Zeyd bin Sabit gibi, bizim deyişimizle, bıyığı terlememiş gençlerin yer aldığı bilinmektedir.
Yine Hz Muhammed (sav) ,çok önemli bir görev olan sancaktarlık vazifesini de, bir çok yetişkin ve
tecrübeli sahabiye verme imkanına mukabil, bir çok kez gençlere kendi elleriyle vermiştir. Mesala;
Tebük Savaşı’nda Beni Neccar Kabilesi’nin sancağını, henüz yirmi yaşlarında olan Zeyd b. Sabit’e
vermiş, aynı şekilde Bedir Savaşı’nda da yirmi veya yirmi bir yaşlarında olan Hz. Ali’yi sancaktar
yapmıştır. Hayber’in Fethi esnasında da yine genç bir sahabi olan Hz. Ali, Resulullah’ın (sav) “Yarın
sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki, Allah (cc) Hayber'in fethini onun eliyle müyesser kılacak. O
kişi Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de O'nu sever. Döne döne vuruşur, asla düşmana sırt
çevirip kaçmaz. Allah onun önünü açar. Cebrail sağında, Mikail de solunda olur.” övgüsüne
mazhar olmuş ve en önemli görevi üstlenerek Hayber Fatih’i ünvanıyla anılma şerefine nail
olmuştur. Yine Hz Ali, bilindiği üzere, hicret esnasında Resulullah’ı öldürmeye gelen müşriklerin,
kendisini Hz Muhammed sanmasını ve bu vesileyle Peygamber’in (as) evinden güvenle çıkmasını
sağlamak amacıyla Peygamber’in yatağına yatacak kadar cesaret; Hz Muhammed’in kendisindeki
emanetleri sahiplerine ulaştırması adına emanetleri teslim edeceği kadar güven isteyen görevleri
Allah Resulü(sav) kendisine verdiğinde henüz 22 yaşındaydı. Aynı doğrultuda, Hz. Peygamber,
Kudaa Kabilesi üzerine göndermek üzere hazırladığı ve aralarında Hz Ebu Bekir, Hz Ömer ve Ebu
Ubeyde gibi önde gelen sahabilerin de bulunduğu kırk bin kişilik birliğin sancağını, henüz 20
yaşında olan ve “hibbü Resulullah” ünvanıyla bilinen Üsame b. Zeyd’e vermiş, sahabilerden
bazılarının kumandanlığın Usame’ye verilmesini yaşından dolayı eleştirmesi üzerine de onu övmüş
ve “Daha önce onun babasını( Zeyd bin Harise ) kumandan tayin etmeme de karşı çıkmıştınız.
Babası kumandanlığa nasıl lâyıksa oğlu da lâyıktır” diyerek desteklemiştir. Hakeza, Hz
Muhammed’in Medine’ye ilk öğretmen olarak atadığı Mus’ab bin Umeyr henüz yirmili yaşlarında,
Yemen’e kadı ve öğretmen olarak atadığı Muaz bin Cebel ise 26-27 yaşlarında genç birer delikanlı
idiler. Yine Hz Peygamber’in, gizli tebliğ döneminde müslümanların toplanma ve bu vesileyle
İslam’ın yayılma merkezi olarak seçtiği ve bu doğrultuda görevlendirdiği, İslam tarihine Erkam’ın
evi olarak geçen evin sahibi, aynı zamanda ilk müslümanlardan olan 17 yaşındaki Erkam bin Ebu’l
Erkam; Habeşistan’a göç edilmesi üzerine Habeş kralı Necaşi’ye elçi olarak gönderilen Cafer bin
Ebu Talib ise 25 yaşında idi. Allah Resulü’nün (sav) Yahudilerle arasında elçi olarak tayin ettiği ve
komşu hükümdar, emîr ve Arap kabilelerine gönderilen İslam’a davet mektuplarının pek çoğunu
yazmakla görevlendirdiği Zeyd bin Sabit, Peygamber (as) vefat ettiğinde 21, Hz Ebu Bekir’in
halifeliği döneminde Kur’an’ın cem edilmesi ile görevlendirildiğinde ise 22 yaşında idi. Hz
Muhammed’in (sav), Kur’ân âyetleriyle karıştırılabileceği endişesiyle hadislerin yazılmasını
yasakladığı bir dönemde dahi güveninin net bir göstergesi olarak bu konuda özel izin verdiği ve bu
izin doğrultusunda es-Sahîfetü’s-Sâdıka adını verdiği bir hadis risâlesi kaleme alan sahabi de yine,
aynı zamanda ilk müslüman gençlerden biri olan, Abdullah b. Amr b. el-Âs’tır (ra). Aynı doğrultuda,
çoğu Ensar’dan olup Suffe’de bizzat Peygamber terbiyesi ile yetişmiş ve kendilerine Kurra
denilen, akşamları Medine'nin çeşitli bölgelerine dağılıp ders halkaları oluşturmak ve oralardaki
halka namaz kıldırmakla vazifeli olan 70 kişilik bir irşat grubu vardır ki çoğu gençlerden oluşan bu
grup, Hz Peygamber (as) tarafından Necid Kabilesi’ne tebliğ ve irşat için görevlendirilmiş, bu görev
için çıktığı yolda, Bir’u Maûne’de şehit edilerek Allah ve Resulü’nün rızasına mazhar olmuşlardır.
Hz Peygamber’in (sav) gençlere verdiği değer, duyduğu güven ve bunun en güzel şekilde
sonuçlarının tecelli ettiği genç sahabilerden bir diğeri de Ebu Mahzure’dir(ra). Ebu Mahzure ve
yanındaki dokuz arkadaşı Ci’rane denilen yerde, Taif seferinden dönen İslam ordusuna rastlamış
ve namaz vaktinin gelmesi üzerine ezan okuyan müezzini alaylı bir şekilde taklit etmeye
başlamışlardı. Bunun üzerine Hz Peygamber (sav) bu gençleri yanlarına çağırtmış ve kızmak bir
yana, gayet halim bir üslupla onlarla ilgilenip “Sesi gür olan hanginizdi?” diyerek sırayla hepsine
ezan okutup Ebu Mahzure’yi seçmiş, ona ezanın sözlerini ezberletip defalarca makamına göre
okuma talimi yaptırmış ve ardından o çok büyük müjdeyi kendisine vererek, doğruca Mekke Valisi
Attab bin Esîd’in yanına giderek kendisini Kabe müezzini olarak atadığını bildirmesini söylemiş ve
ardından saçlarını okşayarak üç kez “Mübarek olsun!” demiştir. O günden sonra Peygamber’in
okşadığı perçemlerini hiç kestirmeyen ve hayatının sonuna kadar Kabe müezzinliği yapan Ebu
Mahzure, yıllar içinde kendini daha da geliştirerek İslam Dünyası’nda müezzinlerin esas aldığı iki
okuyuştan biri olan Mekke okuyuşunun başlatıcısı olmuş ve kendisinden sonra da aynı görevi
çocukları ve soyundan gelenler yıllarca devam ettirmişlerdir.
Asr-ı saadette sosyal hayata dahil olma, her türlü konuda sorumluluk verilme, önemli görevlere
tayin edilme mevzu bahis olduğunda sadece erkek sahabileri söz konusu etmek kesinlikle eksik
bir tanımlama ve tasvirleme olacaktır. Tıpkı genç erkek sahabiler gibi mü’min genç kızların da
yetişkin kadınların da her hususta her daim İslam davasına iştirak ettiği ve bu hususta bizzat Hz
Peygamber(as) tarafından teşvik edilip yönlendirildiği göz ardı edilmemesi ve günümüz genç
hanımefendilerin yetiştirilmesinde örnek alınması gereken hususlardan biridir. Nitekim, Asr-ı
Saadet’te kadınların erkeklerle beraber cemaate gelmeleri emredildiği zaman kadınlardan bazıları,
uygun elbiseleri olmadığı için cemaate gitmeme hususunda izin istemişler, Hz. Peygamber (sav)
onlara izin vermeyerek “İki elbisesi olan kadınlar, elbiselerinden birini, elbisesi olmayanlara
versinler ki onlar da cemaate katılabilsinler.” buyurarak kadınların cemaattin dışında kalmalarını
önlemiş ve her hususta kendilerini İslam toplumunun birer parçası, büyük davanın birer mücahidi
olarak görmelerini sağlamıştır. Bilhassa, genç hanımefendilerin eğitimlerine çok önem vermiş,
mesela, Hz Ömer’in kardeşi Fatıma’nın ailesine Habbab b. Eret’i özel öğretmen olarak tayin etmesi
gibi gerekiyorsa evlerine özel öğretmen dahi göndertmiş ve eğitim konusunda cariyeleri dahi ayrı
tutmamıştır. Kadınların namaz vakitlerinde Mescid-i Nebi’ye giderek Hz. Peygamber’den (sav)
eğitim almalarının yanı sıra Resûlullah’ın onlara ayırdığı haftanın bir günü bizzat O’ndan ve O’nun
devamlı meclisinde bulunan babaları, erkek kardeşleri ya da eşlerinden ve Hz. Peygamber’in(sav)
hanımlarından eğitim almalarını sağlamıştır. Ümmü Seleme, Hz. Âişe, Hz. Sevde, Hz. Hafsa, Hz.
Zeynep başta olmak üzere Hz. Peygamber’in (sav) hanımları, sahabenin ilim öğrenebildiği en
sağlam kaynaklar arasında olmuşlardır. Peygamber (as) ile genç yaşta evlenen ve bizzat O’ndan
eğitim alan Hz Aişe, aklı ve zekasıyla ön plana çıkmış, Fıkıh, Fetva, Tarih, Neseb, Şiir, Tıp, İlm-i
nucûm alanlarında şöhret bulmuş, yalnızca kadınlara değil Mısırlı Salim Sebela, Abdullah b. Şihab,
Mezhic kabilesinden İbrahim b. Yezid el-Esved en Nehâi ve aynı kabileden Abdurrahman b. el-
Esved, kızkardeşi Esma’nın oğlu Urve b. ez-Zubeyr, Medine’nin büyük âlimlerinden ve yine çağının
önde gelen hukukçularından Said b. Ebi Atik ve el-Kasım b. Muhammed gibi büyük zatlara
muallimlik etmiş, devrin büyük âlimlerine dahi fetvalar vermiştir. Bunun yanı sıra, Hz.
Peygamber’den (sav) 2210 hadis rivayet eden Hz Aişe’den Muaviye, Yeğeni Urve, Ziyâd b. Ebî
Süfyân da yazılı olarak hadis rivayet etmişlerdir. Hz Muhammed(sav) ayrıca, eğitimlerine oldukça
özen gösterdiği bu genç salihaların, edindikleri ilmi kamu yararına kullanmalarına da imkan
tanımıştır. Örneğin, Esmâ bint Umeys, sağlık hizmetlerinde bulunmasının yanı sıra doğum, ölüm,
cenaze alanında hizmetleriyle temâyüz etmiş, Hz. Hasan’ın doğumunda ebe vazifesi görmüştür.
Yine, muhacir olarak bulunduğu Habeşistan’da sosyal hayatın içinde aktif rol alan Esmâ bint
Umeys, Habeş tedavi yöntemleri hakkında dikkatli gözlemlerde bulunmuş ve Medine’ye
döndükten sonra sağlık hizmetleri alanında görev almış, bilhassa hastaları tedavide kullandığı
şübrüm, senâ gibi nebatattan faydalanarak Hz. Peygamber’den bu bitkilerin kullanımı hususunda
takdir almıştır. Bunlara ilaveten, Hz Peygamber (sav) hemen hemen tamamen erkek işi olarak
bilinen harp konusunda bile, örneğin Rubeyyi’ bint Muavviz, Ümmü Atiye, Ümmü Süleym, Ümmü
Hâni Fâhite, Ümmü Umâre, Ümmü Haram, Ümmü Hâkim bint Hâris, Ümmü Sinan el-Eslemiyye,
Ümeyyetü’l Ğıfâriye, Temâdur, Esmâ bint Yezid gibi istekli olan kadınların harbe katılmalarına
müsade etmiş, yine Uhud Savaşı’nda yaralanan bazı sahabileri Ümmü Rüfeyde’nin tedavi çadırına
göndermiştir. Aynı şekilde, Kayletü'l-Enmarf diye meşhur olan Kayle Ümmü Beni Enmar, Esına binti
Muharribe binti Cendel et-Temlmiyye, Havle binti Tüveyt ticaretle meşgul olan; Semra binti Nüheyk
el-Esediyye, Şifa binti Abdullah muhtesiblik(zabıta memurluğu) görevi verilmiş Asr-ı Saadet
kadınlarındandır. Allah Resulü (sav), aynı doğrultuda Asr-ı Saadet döneminde genç mü’minelerin
her türlü hukuki konuda söz almalarına ve haklarını savunmalarına da fırsat vermiştir. Örneğin,
babasının kendisini istemediği biriyle zorla evlendirmek istediğini Hz Peygamber’e şikayet eden
genç hanımefendinin, babası çağırılarak bizzat Peygamber (as) tarafından uyarılmış; mehir
kısıtlaması teşebbüsünde bulunan Hz Ömer’e yine bir hanımefendi karşı çıkarak hakkını savunmuş
ve bu kısıtlama kararının kaldırılmasını sağlamıştır.
Yukarıda ifade edilen ve benzeri birçok örnekten de netlikle anlaşılmaktadır ki İslam; kişi
sevdiğini örnek alır, gönül bağı kurduğunun yoluna girip tavsiyelerini şiar edinir, kabul görüldüğünü
kabul edip dava bilir, adam yerine konulduğu ölçüde tüm gücü ve coşkusuyla adamlığını ortaya
koyar düsturundan hareketle sevgi, hoşgörü ve koşulsuz kabul merkezinde ilişki kurulmuş
gönüllerde doğmuş; kendisine güvenilip sorumluluklar yüklenmiş omuzlar üzerinde yükselmiştir;
günümüz çoğu anne-babalarının yatağını dahi toplatmaya kıyamadığı, ekmek aldırmaya
göndermekten imtina ettiği, küçük kardeşini emanet etmekten çekindiği, “Senin tek vazifen
derslerine çalışmak!” algısıyla yetiştirdiği ya da “Sen sus, büyüklerin işine karışma!” dediği hazırcı,
bastırılmış, aşırı korunmuş, yüreği ihlas ile işlenmemiş, gönlü Âlem-i İslam ile dertlenmemiş, ameli
Hak davası ile şekillenmemiş gençlerin değil! Yani sorunlu değil sorumlu gençlerin gönüllerinde ve
omuzlarında!
O halde,
“İstanbul'u uyandıracak,
Kudüse hürriyet taşıyacak,
Roma'yı sarsacak,
Bosna'dan Kaşgar'a yürek yolları kuracak çocuklar!
Hangi babanın ocağında, hangi annenin kucağındasınız?
Devri bitti mösyönün, kefeni biçildi matmazelin...
Gün doğuyor, ne zaman Güneş’in doğuşunu ilan edeceksiniz?”
diye dertlenen gönüller, Resulullah ışığında ashab kokulu gençler yetiştirmeliler!
YAZARLAR
حسين الموسى
وجاء رمضان Devamı...
شهم الدين بلاحورلو
اليوم العالم الاسلامي يقف علي حافة الهاوية Devamı...
Arslan ATEŞ
ETE KEMİĞE HAPSOLMAK Devamı...
Dr. Metanet OĞUZ
İNSAN, ÖZ DEĞERLERİNİ NASIL BELİRLEMELİ? Devamı...
Dr.Hasan Fehmi ÇİÇEK
İSRA VE MİRAC Devamı...
Beytullah DEMİRCİOĞLU
Haydut Devlet İfadesi Devamı...
Mustafa KASADAR
Ar damarı çatlayanların alçaldıkça alçalmaları Devamı...
Av. Mustafa KARAKAŞ
Anayasa Değişikliği, Yargı Tarafsızlığı Devamı...
Bayram KARA
AMERİKA YAZILARI-3 MASKE-DİN-BİLİM Devamı...
Dr.Ali İmran BOSTANCIOĞLU
Beşeri Sermayeden Etkin İstifadeye Dair Devamı...
Şahmettin BALAHORLU
ÜSKÜP (SKOPJE) / KUZEY MAKEDONYA Devamı...
Prof.Dr.Abdullah KAHRAMAN
Covid-19 Aşısı Üzerinden Medeniyet ve Uygarlık Farkı Devamı...
İdris ŞEKERCİ
28 ŞUBAT'IN SAHTE MAĞDURLARINI DA SAHTE KAHRAMANLARINI DA TANIYORUZ Devamı...
Dr. Muhammad SAFAR د. محمد صفر
(3) خواطر رمضانية قرآنية Devamı...
Dr.Zülkarneyn VARDAR
CENNET NEREDE? Devamı...
Muhammet BİNİCİ
BENİM AİLEM Devamı...
Tuğba GÜNEY
KAYGI VE TEVEKKÜL Devamı...
FOTO GALERİ
Time Alem © 2015 Yasal uyarı : Sitemizdeki tüm yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması kesinlikle yasaktır.