ASHAB KOKULU GENÇLERE

16-12-2020

1723 görüntülenme

ASHAB KOKULU GENÇLERE

 

 

 

TUĞBA GÜNEY

 

ASHAB KOKULU GENÇLERE

İnsan yaşamının gerek fiziksel gerek bilişsel gerekse duygusal gelişimi açısından en dinamik ve

bir o kadar da buhranlı süreci olan ergenlik / ilk gençlik dönemi, anlamaya ve anlaşılmaya en çok

ihtiyaç duyulan gelişim aralıklarından biri. En derin dehlizlerin en kuytu köşelerinde saklanan

gizemli ve özgün sırların, en umut yüklü muştuların gün ışığına gebe olduğu; kokusu, rengi, tadı,

kıvamı, içinde barındırdığı mineralleriyle tamamen kendine has bir öze sahip coşkun bir pınarın,

kendisine sunulan kaynakların en cazip bulunanından fışkırma sancıları çektiği; en görünesi, en

duyulası, en yol verip ardından dua edilesi sancı dönemi. Bilinen tüm ağrı kesicilerin önüne

yığılmadan, sahibinin yerine bağırılmadan, yalnızca, elinden tutularak var gücümüzle “ben

yanındayım” iksiri iliklerine kadar enjekte edilesi, cahil ve o denli âkil bir dönem. Evet, zor ama bir

o kadar da anlaşılması elzem dönem...

Peki niçin, hangi amaca hizmetle anlamalıyız gençlik dönemini ve bu dönemin kahramanı

geçleri? Ah bu zamane gençleri pek sorumsuz, vah günümüz ergenleri de pek doyumsuz,

uğraşları da pek lüzumsuz diyerek yakınmak ve boşlamakla çatışmak arasındaki o girdapta daha

da boğulmak için değil ya da hayatımdaki tek pozitif şey kan grubum pampa modundan ateşleyip

malum dönemi daha da ajite etmek için hiç değil!

Kur’anî tasvirlerle anlatmak gerekirse, gencecik yaşlarında, hayatıyla hayasını bütünleştiren,

iffetiyle abideleşsen Meryem’ler; tevhidi kuşanıp bâtılı sorgulayan İbrahimler; zinaya zindanı tercih

eden Yusuflar; sabrın ve teslimiyetin timsali İsmailler; hakkı söylemekten asla geri durmayan,

metanet ve cesaret sembolü Ashab-ı Kiramlar, evlatlığıyla Rıza-i ilahiyi kazanan Yahyalar olmak

veya yetiştirebilmek için!

Resulullah’ın, “ Rabbim, davamda bana gençleri yoldaş kıldı, İslam’ı gençlerle taçlandırdı.” dediği

o sahabilerin ruhunu bugünün genç dimağlarına yerleştirebilmek için! İlmi ulemayı aşmış, hükmü

ashabı kuşatmış Aişe’yi; henüz 10 yaşında imana eren, 22 yaşında Peygamber aşkına sadakat

örtüsünü üstüne seren Ali’yi; 17 yaşında dışlanmayı, horlanmayı, ölümü hiçe sayıp önce gönlünü

sonra evini hakikat mücahitlerine açan Erkam’ı; henüz 20’li yaşlarında geçici dünyanın tüm

ihtişamına ebedi hayatın aşkını tercih eden Mus’ab’ı; 21 yaşında İstanbul’u fethedip Peygamber

muştusu olan Fatih’i anlamak ve ruhumuzda yeşertmek için!

Necip Fazıl’ın deyişiyle “Zaman bendedir ve mekan bana emanettir.” şuurunda bir gençlik, kökü

ezelde ve dalları ebedde bir davanın aşkına ve idrakine sahip bir gençlik” yetiştirebilmek veya (bir

genç olarak) o ruha bizzat erişebilmek için anlamaya çalışmalıyız gençlik dönemini. Anlamalıyız ki,

Resulullah‘ın deyişiyle “Hiçbir gölgenin bulunmadığı Kıyamet Günü’nde Rabb’in gölgesinde

barındırılacaklar arasında sayılan o “Rabb’ine kulluk ederek tertemiz bir hayat içinde serpilip

büyüyen genci” yaşayalım veya büyütebilelim.

Peki bu ulvi amaca hizmet, bu en değerli emanete himmet nasıl olmalıdır? Gençlerimizin edebi

ve kemali sürecinde uygulanacak hangi usül ve esaslar ashabın ruhunu, Asım’ın neslini

yeşertebilir? Elbette bu sorunun en doğru cevabı ve en güzel uygulanışı da yine âlemlere rahmet

Üsve-i Hasene’nin yaşamımda bizlere ikram edilmektedir. Onun gençler ve yarının gençleri

çocuklarla ilişkisindeki en temel esaslara dikkat ettiğimizde bu esasları iki temel üzere oturttuğunu

görmekteyiz: Koşulsuz sevgi ve yerinde sorumluluk!

Hiç şüphe yok ki insan ruhunun en temel ihtiyacı koşulsuz sevgi ve kabul. Bireyin öz benlik

algısının, ileride kuracağı sosyal ve özel ilişkilerin, seçeceği eş, iş ve arkadaşların, mücadele gücü

ve atılım cesaretinin, kısaca herhangi bir durum ya da kişiye vereceği her türlü tepki, geliştireceği

düşünce ve hissedeceği duygunun temelinde bebekliğinden ve hatta anne rahmine düştüğü

andan itibaren hissett(med)iği sevgi ve kabulün olduğu uzmanlarca da ileri sürülen yadsınamaz bir

gerçek. İlaveten, fiziksel temas eşliğinde hissedilen sevginin sadece ruhsal süreçlerin olumlu

gelişiminde değil aynı zamanda boyun uzamasından zeka gelişimine kadar bir çok fizyolojik ve

bilişsel süreci de büyük ölçüde olumlu etkilediği yine göz ardı edilmemesi gereken bilimsel veriler

arasında. Hakeza cinsiyet, mizaç, akademik başarı ya da geçim korkusu vb etkenlere bağlı olarak

yeterince kabul görmeyen, istenmeyen ya da kıyaslanan, takdir edilmeyen çocukların ileriki

yaşamlarında aynı hususlarda problemler yaşayabileceği de kaçınılamaz gerçeklerden.

İşte bu hususlara ilaveten, bireyin gelişiminde her bir dönemin bir öncekiyle rabıtası olduğu ve

zincirleme ilerleyen bu süreçte her bakımdan sağlıklı ve verimli bir gençlik döneminin her

bakımdan doyuma ulaştırılmış bir çocukluk dönemine bağlı olduğu bilincinde olan Resul-i Ekrem,

sevgiyi çocuk eğitiminin merkezine koymuş ve “ Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte Cennet’teki

dereceniz yükselir.” “Çocuk sevgisi, Cehennem ateşine karşı perdedir. Çocuklara iyilik etmek,

Sırat’ı geçmeye sebeptir. Onlarla beraber yiyip içmek, Cehennem’den kurtuluştur.” buyurmuş,

torunu Hz Hasan’ı öpüp okşadığını görüp “Ey Allah'ın peygamberi, siz çocuklarınızla meşgul

oluyor ve şefkat gösteriyorsunuz. Halbuki benim on çocuğum var ve ben onların hiçbiriyle meşgul

olmam, şefkatle öpmem.” diyen Akra bin Habis’e (ra) “ Merhamet etmeyene merhamet edilmez.

Eğer Allah senin kalbine rahmet ve şefkati verseydi - yani sen bunu hak etseydin- sen de benim

gibi yapardın.” diye karşılık vermiştir. Her konuda olduğu gibi çocuklar arasında da adaletsizliği

men edip onları öpmek hususunda dahi eşit davranılmasını isteyen Peygamber (as), Rabbimiz’in

Kuran’da “Onlardan birine bir kız müjdelendiğinde, öfkelenerek yüzü mosmor kesilir.Verilen

müjdenin (kendisine göre) kötülüğünden dolayı halktan gizlenir. Böyle bir alçaltıcı duruma rağmen

onu yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Görün işte, ne kötü yargıda bulunuyorlar!”

ayetine mukabil “Kimin bir kız çocuğu dünyaya gelir de onu toprağa gömmeden, horlamadan ve

üzerine erkek çocuğunu tercih etmeden yetiştirecek olursa Allah Teâlâ o kimseyi cennetine

koyacaktır.”(1) buyurarak, bugünün kız çocukları yarının ise ümmeti yetiştirecek annelerinin, ailenin

iki direğinden biri olan zevcenin, icraa edeceği meslek ile insanlığın maddi-manevi refahına hizmet

edecek ihlaslı kadının erkek evlat ile aynı ölçüde değere sahip ve layık olduğunu vurgulamış,

üstelik bu gayeye hizmet eden mü’minleri Cennet ile müjdelemiştir.

Yine, geleceğin gençlerini, ümmetin geleceğini inşaa ettiğinin, çocukluk yıllarında oluşturulacak

şahsiyet, hassasiyet ve ihlas ile toplumun yarınlarının kıvamının belirlendiğinin fevkalade farkında

olan Hz Peygamber’in (as), ne zaman bir çocuk görse muhakkak ona selam verip hal-hatır

sorması, kuşu ölen Zeyd’in evine gidip onu teselli etmesi, mevsimin çıkan ilk meyvelerinden

kendisine getirilenlerden ilk olarak çocuklara ikram etmesi, çocuklarla bir yetişkin edasıyla sohbet

edip onları uzun uzun dinlemesi kabilinden bir çok davranışı, adam olacak/olması istenen çocuğu

bugünden adam yerine koyma prensibinin sünnetteki nadide yansımalarından sadece birkaçıdır.

Aynı doğrultuda, Râfi’ b. Amr el-Gifârî’den (ra) dinlediğimiz “Çocukken bir gün komşuların hurma

ağaçlarını taşladım. Bahçe sahibi, beni yakalayarak Hz. Peygamber’in huzuruna getirdi. Hz.

Peygamber ’”Hurma ağaçlarını neden taşlıyorsun yavrum?” diye sordu. Ben mahçup bir şekilde

“Yemek için Yâ Resûlallah!” cevabını verdim. Hz. Peygamber bana, “Ağaçları taşlama yavrum.

Ama istersen ağaçların altına düşenlerden alıp yiyebilirsin” dedi ve sonra başımı okşayarak

“Allah’ım! Bu yavrunun karnını sen doyur” diye dua etti.”(5) hadisesi ve yine Hz. Enes’in(ra)

“Peygamberimize on yıl hizmet ettim. Zaman zaman hatalar da yapıyordum. Buna rağmen Hz.

Peygamber (sav), bir defa olsun bana vurmadı ve surat asmadı. Beni azarlamadı ve ayıplamadı.

Hatta öf bile demedi. Hoşuna gitmeyen bir şey için ’Niçin böyle yaptın?’ diye beni sorguya

çekmedi. Herhangi bir hatalı davranışım için hanımlarından biri ’Keşke şöyle yapsaydın’ diyecek

olsa, ’Bırakın çocuğu, o, ancak Allah’ın murat ettiğini yapmıştır’ deyip beni korurdu. Çünkü O,

çocuklara karşı insanların en şefkatlisiydi.(6) cümleleri, Hz Peygamber’in, hata yapan çocukların

şahsiyetlerini zedeleyici, özgüvenlerini kırıcı üslup ve tepkilerden uzak durduğunun ve en önemlisi

de onların hata yapmalarına ve hatalarından ders çıkarmalarına imkan tanıyıcı tavrının kulaklarımıza

küpe; “Çocuklarınıza saygılı davranın, onlarla alay etmeyin, onlara hakaret etmeyin, aptal ya da

cahil gibi ithamlarla onlara seslenmeyin.” buyuran Resulullah’ın, çocuk eğitimi hususunda dilimize

bal, tavrımıza hâl edilesi pedagojik esaslarındandır. Aynı doğrultuda, “ Çocuk 7 yaşına kadar

emredici, 7 yaşından 14 yaşına kadar emre uyan, 14 yaşından sonraki 7 yıl da anne-babasının

istişare tarafı olmalıdır.” ve “Allah’ın rahmeti, çocuklarının iyi işler yapmasına yardımcı olan anne ve

babanın üzerine olsun!” diyen Peygamber’e(sav), ‘Bu nasıl gerçekleşebilir ya Resulallah’ diye

soran sahabiye cevaben ,“Çocuklarınızdan yapabilecekleri bir işi bekleyin, güç yetiremeyecekleri

şeyleri onlardan istemeyin, onları günah işlemeye mecbur etmeyin, çocuğunuza yalan söylemeyin

ve abes şeyler yapmayın.” şeklindeki hadisi-i şerifleri de Hz Muhammed’in (as) yarının gençlerini

yetiştirmek yolunda bizlere sunduğu altın değerindeki yöntem ve tekniklerdendir.

Gözümüzün nuru, gönlümüzün süruru , ümmetin umudu gençlere Peygamberî nazar ile bakmak

ve o doğrultuda yetiştirebilmenin bir diğer önemli temel esası ise onlara yerinde ve kararında

sorumluluklar vermektir. Çünkü bir insanın birey olması, özgüven ve özsaygı geliştirmesi, benliğinin

gelişip becerilerinin artması, her bakımdan yetkin bir yetişkin olabilmesinin olmazsa olmaz şartı

üstleneceği sorumluluklarda mevcuttur. Öte yandan, “Çocuktur anlamaz!”, “O daha körpe, bunca

büyük varken ona laf düşmez” tarzındaki bakış açıları, ne Resulullah’ın gençlere olan yaklaşımına

uygun düşmekte ne de hayalini kurduğumuz sahabi kokulu nesle temel oluşturabilmektedir.

Oysaki, hasretle beklenen Asım’ın Nesli’ni yetiştirmek, karar alma ve uygulama noktasında

gençlere ya hiç söz hakkı tanımama ya da tanıyormuş gibi yapıp nihayetinde her daim ihtiyar

heyetine bildiğini okutma ile değil, günümüz çoğu anne-babalarının farkında olarak ya da

olmayarak her şeyi evlatlarının önüne hazır koyup onlara fanustan bir hayat kurmasıyla hiç değil,

ancak ve ancak onlara sorumluluk vermekle, onlara güvenmek ve onların ortaya özgün fikirler

koymasını, hayatın zorluklarıyla yüzleşmesini, hak bildiği yolda yalnız da olsa yürüyecek cesaret ve

kararlılığı göstermesini sağlamakla, buna ortam hazırlayıp fırsat vermekle mümkün olacaktır.

Nitekim Kur’an öğüdü ve Peygamber(as) sünneti her konuda genç yaşlı demeden istişareden ve işi

ehline vermekten yanadır. Bu doğrultuda yetiştirilen genç, kendisinin, hem içinde bulunduğu

ailenin/grubun hem de işletilmek istenen sürecin önemli bir parçası olduğunu hissederek aidiyet ve

özgüven geliştirecek hem de alınan kararın tam manasıyla benimsenip uygulanışında en üst

seviyede istek ve iştirakte bulunacaktır. İşte bu önemli temel esas doğrultusunda hareket eden Hz

Peygamber (sav), her türlü konuda gençlerle istişarede bulunmuş, onların fikirlerini özgürce ifade

etmelerine imkan tanımış ve dahası bu fikirleri dikkate alarak kararlar vermiş, onlara son derece

önemli mevki ve kilit noktalarda sorumluluklar vermiştir.

Bu önemli görevlerin başında, hiç şüphesiz, Hz Peygamber’in hayatta olmasına rağmen bir kısım

gence fetva izni vermesini söyleyebiliriz. Örneğin Hz Ali, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mesud,

Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel Peygamber’in (as) fetva vermesine izin verdiği gençler arasındadır.

Aynı şekilde son derece kritik bir görev olan vahiy katipliği görevini verdiği 40 sahabinin yarısından

fazlasının 35 yaşın altında gençlerden oluştuğu ve hatta içlerinde Zeyd bin Harise, Ali bin Ebu

Talib, Zeyd bin Sabit gibi, bizim deyişimizle, bıyığı terlememiş gençlerin yer aldığı bilinmektedir.

Yine Hz Muhammed (sav) ,çok önemli bir görev olan sancaktarlık vazifesini de, bir çok yetişkin ve

tecrübeli sahabiye verme imkanına mukabil, bir çok kez gençlere kendi elleriyle vermiştir. Mesala;

Tebük Savaşı’nda Beni Neccar Kabilesi’nin sancağını, henüz yirmi yaşlarında olan Zeyd b. Sabit’e

vermiş, aynı şekilde Bedir Savaşı’nda da yirmi veya yirmi bir yaşlarında olan Hz. Ali’yi sancaktar

yapmıştır. Hayber’in Fethi esnasında da yine genç bir sahabi olan Hz. Ali, Resulullah’ın (sav) “Yarın

sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki, Allah (cc) Hayber'in fethini onun eliyle müyesser kılacak. O

kişi Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de O'nu sever. Döne döne vuruşur, asla düşmana sırt

çevirip kaçmaz. Allah onun önünü açar. Cebrail sağında, Mikail de solunda olur.” övgüsüne

mazhar olmuş ve en önemli görevi üstlenerek Hayber Fatih’i ünvanıyla anılma şerefine nail

olmuştur. Yine Hz Ali, bilindiği üzere, hicret esnasında Resulullah’ı öldürmeye gelen müşriklerin,

kendisini Hz Muhammed sanmasını ve bu vesileyle Peygamber’in (as) evinden güvenle çıkmasını

sağlamak amacıyla Peygamber’in yatağına yatacak kadar cesaret; Hz Muhammed’in kendisindeki

emanetleri sahiplerine ulaştırması adına emanetleri teslim edeceği kadar güven isteyen görevleri

Allah Resulü(sav) kendisine verdiğinde henüz 22 yaşındaydı. Aynı doğrultuda, Hz. Peygamber,

Kudaa Kabilesi üzerine göndermek üzere hazırladığı ve aralarında Hz Ebu Bekir, Hz Ömer ve Ebu

Ubeyde gibi önde gelen sahabilerin de bulunduğu kırk bin kişilik birliğin sancağını, henüz 20

yaşında olan ve “hibbü Resulullah” ünvanıyla bilinen Üsame b. Zeyd’e vermiş, sahabilerden

bazılarının kumandanlığın Usame’ye verilmesini yaşından dolayı eleştirmesi üzerine de onu övmüş

ve “Daha önce onun babasını( Zeyd bin Harise ) kumandan tayin etmeme de karşı çıkmıştınız.

Babası kumandanlığa nasıl lâyıksa oğlu da lâyıktır” diyerek desteklemiştir. Hakeza, Hz

Muhammed’in Medine’ye ilk öğretmen olarak atadığı Mus’ab bin Umeyr henüz yirmili yaşlarında,

Yemen’e kadı ve öğretmen olarak atadığı Muaz bin Cebel ise 26-27 yaşlarında genç birer delikanlı

idiler. Yine Hz Peygamber’in, gizli tebliğ döneminde müslümanların toplanma ve bu vesileyle

İslam’ın yayılma merkezi olarak seçtiği ve bu doğrultuda görevlendirdiği, İslam tarihine Erkam’ın

evi olarak geçen evin sahibi, aynı zamanda ilk müslümanlardan olan 17 yaşındaki Erkam bin Ebu’l

Erkam; Habeşistan’a göç edilmesi üzerine Habeş kralı Necaşi’ye elçi olarak gönderilen Cafer bin

Ebu Talib ise 25 yaşında idi. Allah Resulü’nün (sav) Yahudilerle arasında elçi olarak tayin ettiği ve

komşu hükümdar, emîr ve Arap kabilelerine gönderilen İslam’a davet mektuplarının pek çoğunu

yazmakla görevlendirdiği Zeyd bin Sabit, Peygamber (as) vefat ettiğinde 21, Hz Ebu Bekir’in

halifeliği döneminde Kur’an’ın cem edilmesi ile görevlendirildiğinde ise 22 yaşında idi. Hz

Muhammed’in (sav), Kur’ân âyetleriyle karıştırılabileceği endişesiyle hadislerin yazılmasını

yasakladığı bir dönemde dahi güveninin net bir göstergesi olarak bu konuda özel izin verdiği ve bu

izin doğrultusunda es-Sahîfetü’s-Sâdıka adını verdiği bir hadis risâlesi kaleme alan sahabi de yine,

aynı zamanda ilk müslüman gençlerden biri olan, Abdullah b. Amr b. el-Âs’tır (ra). Aynı doğrultuda,

çoğu Ensar’dan olup Suffe’de bizzat Peygamber terbiyesi ile yetişmiş ve kendilerine Kurra

denilen, akşamları Medine'nin çeşitli bölgelerine dağılıp ders halkaları oluşturmak ve oralardaki

halka namaz kıldırmakla vazifeli olan 70 kişilik bir irşat grubu vardır ki çoğu gençlerden oluşan bu

grup, Hz Peygamber (as) tarafından Necid Kabilesi’ne tebliğ ve irşat için görevlendirilmiş, bu görev

için çıktığı yolda, Bir’u Maûne’de şehit edilerek Allah ve Resulü’nün rızasına mazhar olmuşlardır.

Hz Peygamber’in (sav) gençlere verdiği değer, duyduğu güven ve bunun en güzel şekilde

sonuçlarının tecelli ettiği genç sahabilerden bir diğeri de Ebu Mahzure’dir(ra). Ebu Mahzure ve

yanındaki dokuz arkadaşı Ci’rane denilen yerde, Taif seferinden dönen İslam ordusuna rastlamış

ve namaz vaktinin gelmesi üzerine ezan okuyan müezzini alaylı bir şekilde taklit etmeye

başlamışlardı. Bunun üzerine Hz Peygamber (sav) bu gençleri yanlarına çağırtmış ve kızmak bir

yana, gayet halim bir üslupla onlarla ilgilenip “Sesi gür olan hanginizdi?” diyerek sırayla hepsine

ezan okutup Ebu Mahzure’yi seçmiş, ona ezanın sözlerini ezberletip defalarca makamına göre

okuma talimi yaptırmış ve ardından o çok büyük müjdeyi kendisine vererek, doğruca Mekke Valisi

Attab bin Esîd’in yanına giderek kendisini Kabe müezzini olarak atadığını bildirmesini söylemiş ve

ardından saçlarını okşayarak üç kez “Mübarek olsun!” demiştir. O günden sonra Peygamber’in

okşadığı perçemlerini hiç kestirmeyen ve hayatının sonuna kadar Kabe müezzinliği yapan Ebu

Mahzure, yıllar içinde kendini daha da geliştirerek İslam Dünyası’nda müezzinlerin esas aldığı iki

okuyuştan biri olan Mekke okuyuşunun başlatıcısı olmuş ve kendisinden sonra da aynı görevi

çocukları ve soyundan gelenler yıllarca devam ettirmişlerdir.

Asr-ı saadette sosyal hayata dahil olma, her türlü konuda sorumluluk verilme, önemli görevlere

tayin edilme mevzu bahis olduğunda sadece erkek sahabileri söz konusu etmek kesinlikle eksik

bir tanımlama ve tasvirleme olacaktır. Tıpkı genç erkek sahabiler gibi mü’min genç kızların da

yetişkin kadınların da her hususta her daim İslam davasına iştirak ettiği ve bu hususta bizzat Hz

Peygamber(as) tarafından teşvik edilip yönlendirildiği göz ardı edilmemesi ve günümüz genç

hanımefendilerin yetiştirilmesinde örnek alınması gereken hususlardan biridir. Nitekim, Asr-ı

Saadet’te kadınların erkeklerle beraber cemaate gelmeleri emredildiği zaman kadınlardan bazıları,

uygun elbiseleri olmadığı için cemaate gitmeme hususunda izin istemişler, Hz. Peygamber (sav)

onlara izin vermeyerek “İki elbisesi olan kadınlar, elbiselerinden birini, elbisesi olmayanlara

versinler ki onlar da cemaate katılabilsinler.” buyurarak kadınların cemaattin dışında kalmalarını

önlemiş ve her hususta kendilerini İslam toplumunun birer parçası, büyük davanın birer mücahidi

olarak görmelerini sağlamıştır. Bilhassa, genç hanımefendilerin eğitimlerine çok önem vermiş,

mesela, Hz Ömer’in kardeşi Fatıma’nın ailesine Habbab b. Eret’i özel öğretmen olarak tayin etmesi

gibi gerekiyorsa evlerine özel öğretmen dahi göndertmiş ve eğitim konusunda cariyeleri dahi ayrı

tutmamıştır. Kadınların namaz vakitlerinde Mescid-i Nebi’ye giderek Hz. Peygamber’den (sav)

eğitim almalarının yanı sıra Resûlullah’ın onlara ayırdığı haftanın bir günü bizzat O’ndan ve O’nun

devamlı meclisinde bulunan babaları, erkek kardeşleri ya da eşlerinden ve Hz. Peygamber’in(sav)

hanımlarından eğitim almalarını sağlamıştır. Ümmü Seleme, Hz. Âişe, Hz. Sevde, Hz. Hafsa, Hz.

Zeynep başta olmak üzere Hz. Peygamber’in (sav) hanımları, sahabenin ilim öğrenebildiği en

sağlam kaynaklar arasında olmuşlardır. Peygamber (as) ile genç yaşta evlenen ve bizzat O’ndan

eğitim alan Hz Aişe, aklı ve zekasıyla ön plana çıkmış, Fıkıh, Fetva, Tarih, Neseb, Şiir, Tıp, İlm-i

nucûm alanlarında şöhret bulmuş, yalnızca kadınlara değil Mısırlı Salim Sebela, Abdullah b. Şihab,

Mezhic kabilesinden İbrahim b. Yezid el-Esved en Nehâi ve aynı kabileden Abdurrahman b. el-

Esved, kızkardeşi Esma’nın oğlu Urve b. ez-Zubeyr, Medine’nin büyük âlimlerinden ve yine çağının

önde gelen hukukçularından Said b. Ebi Atik ve el-Kasım b. Muhammed gibi büyük zatlara

muallimlik etmiş, devrin büyük âlimlerine dahi fetvalar vermiştir. Bunun yanı sıra, Hz.

Peygamber’den (sav) 2210 hadis rivayet eden Hz Aişe’den Muaviye, Yeğeni Urve, Ziyâd b. Ebî

Süfyân da yazılı olarak hadis rivayet etmişlerdir. Hz Muhammed(sav) ayrıca, eğitimlerine oldukça

özen gösterdiği bu genç salihaların, edindikleri ilmi kamu yararına kullanmalarına da imkan

tanımıştır. Örneğin, Esmâ bint Umeys, sağlık hizmetlerinde bulunmasının yanı sıra doğum, ölüm,

cenaze alanında hizmetleriyle temâyüz etmiş, Hz. Hasan’ın doğumunda ebe vazifesi görmüştür.

Yine, muhacir olarak bulunduğu Habeşistan’da sosyal hayatın içinde aktif rol alan Esmâ bint

Umeys, Habeş tedavi yöntemleri hakkında dikkatli gözlemlerde bulunmuş ve Medine’ye

döndükten sonra sağlık hizmetleri alanında görev almış, bilhassa hastaları tedavide kullandığı

şübrüm, senâ gibi nebatattan faydalanarak Hz. Peygamber’den bu bitkilerin kullanımı hususunda

takdir almıştır. Bunlara ilaveten, Hz Peygamber (sav) hemen hemen tamamen erkek işi olarak

bilinen harp konusunda bile, örneğin Rubeyyi’ bint Muavviz, Ümmü Atiye, Ümmü Süleym, Ümmü

Hâni Fâhite, Ümmü Umâre, Ümmü Haram, Ümmü Hâkim bint Hâris, Ümmü Sinan el-Eslemiyye,

Ümeyyetü’l Ğıfâriye, Temâdur, Esmâ bint Yezid gibi istekli olan kadınların harbe katılmalarına

müsade etmiş, yine Uhud Savaşı’nda yaralanan bazı sahabileri Ümmü Rüfeyde’nin tedavi çadırına

göndermiştir. Aynı şekilde, Kayletü'l-Enmarf diye meşhur olan Kayle Ümmü Beni Enmar, Esına binti

Muharribe binti Cendel et-Temlmiyye, Havle binti Tüveyt ticaretle meşgul olan; Semra binti Nüheyk

el-Esediyye, Şifa binti Abdullah muhtesiblik(zabıta memurluğu) görevi verilmiş Asr-ı Saadet

kadınlarındandır. Allah Resulü (sav), aynı doğrultuda Asr-ı Saadet döneminde genç mü’minelerin

her türlü hukuki konuda söz almalarına ve haklarını savunmalarına da fırsat vermiştir. Örneğin,

babasının kendisini istemediği biriyle zorla evlendirmek istediğini Hz Peygamber’e şikayet eden

genç hanımefendinin, babası çağırılarak bizzat Peygamber (as) tarafından uyarılmış; mehir

kısıtlaması teşebbüsünde bulunan Hz Ömer’e yine bir hanımefendi karşı çıkarak hakkını savunmuş

ve bu kısıtlama kararının kaldırılmasını sağlamıştır.

Yukarıda ifade edilen ve benzeri birçok örnekten de netlikle anlaşılmaktadır ki İslam; kişi

sevdiğini örnek alır, gönül bağı kurduğunun yoluna girip tavsiyelerini şiar edinir, kabul görüldüğünü

kabul edip dava bilir, adam yerine konulduğu ölçüde tüm gücü ve coşkusuyla adamlığını ortaya

koyar düsturundan hareketle sevgi, hoşgörü ve koşulsuz kabul merkezinde ilişki kurulmuş

gönüllerde doğmuş; kendisine güvenilip sorumluluklar yüklenmiş omuzlar üzerinde yükselmiştir;

günümüz çoğu anne-babalarının yatağını dahi toplatmaya kıyamadığı, ekmek aldırmaya

göndermekten imtina ettiği, küçük kardeşini emanet etmekten çekindiği, “Senin tek vazifen

derslerine çalışmak!” algısıyla yetiştirdiği ya da “Sen sus, büyüklerin işine karışma!” dediği hazırcı,

bastırılmış, aşırı korunmuş, yüreği ihlas ile işlenmemiş, gönlü Âlem-i İslam ile dertlenmemiş, ameli

Hak davası ile şekillenmemiş gençlerin değil! Yani sorunlu değil sorumlu gençlerin gönüllerinde ve

omuzlarında!

O halde,

“İstanbul'u uyandıracak,

Kudüse hürriyet taşıyacak,

Roma'yı sarsacak,

Bosna'dan Kaşgar'a yürek yolları kuracak çocuklar!

Hangi babanın ocağında, hangi annenin kucağındasınız?

Devri bitti mösyönün, kefeni biçildi matmazelin...

Gün doğuyor, ne zaman Güneş’in doğuşunu ilan edeceksiniz?”

diye dertlenen gönüller, Resulullah ışığında ashab kokulu gençler yetiştirmeliler!

YAZARLAR

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Bayram KARA

AMERİKA YAZILARI-3 MASKE-DİN-BİLİM Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Dr. Metanet OĞUZ

İNSAN, ÖZ DEĞERLERİNİ NASIL BELİRLEMELİ? Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Mustafa KASADAR

Ar damarı çatlayanların alçaldıkça alçalmaları Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Beytullah DEMİRCİOĞLU

Haydut Devlet İfadesi Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Arslan ATEŞ

ETE KEMİĞE HAPSOLMAK Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Prof.Dr.Abdullah KAHRAMAN

Covid-19 Aşısı Üzerinden Medeniyet ve Uygarlık Farkı Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

شهم الدين بلاحورلو

اليوم العالم الاسلامي يقف علي حافة الهاوية Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Dr. Muhammad SAFAR د. محمد صفر

(3) خواطر رمضانية قرآنية Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

İdris ŞEKERCİ

28 ŞUBAT'IN SAHTE MAĞDURLARINI DA SAHTE KAHRAMANLARINI DA TANIYORUZ Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Dr.Ali İmran BOSTANCIOĞLU

Beşeri Sermayeden Etkin İstifadeye Dair Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Av. Mustafa KARAKAŞ

Anayasa Değişikliği, Yargı Tarafsızlığı Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

حسين الموسى

وجاء رمضان Devamı...

ASHAB KOKULU GENÇLERE

Tuğba GÜNEY

KAYGI VE TEVEKKÜL Devamı...

FOTO GALERİ

Time Alem © 2015 Yasal uyarı : Sitemizdeki tüm yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması kesinlikle yasaktır.