Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daveti üzerine temmuz ayı sonlarına doğru Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyarette yaptığı açıklamalar, Türkiye ve Malezya ikili ilişkilerinin dışına çıkan mesajlar içeriyordu. Malezya Başbakanı Mahathir; “Malezya ve Türkiye birlikte çalışarak, aynı zamanda Pakistan ile de iş birliği yaparak, akıllarımızı ve imkânlarımızı bir araya getirip bir zamanlar var olan büyük İslam medeniyetini tekrar ayaklandırabiliriz” değerlendirmesinde bulunmuştu.[1] Yapılan değerlendirme bu ziyarette ilk kez gündeme gelmiş görünse de, mayıs ayında Cidde’de Türkiye-Malezya-Pakistan üçlü dışişleri bakanları toplantısında bu gündem zemininin oluşturulduğu görülmekteydi. Bu toplantının ardından Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu: “Malezya ve Pakistan, Türkiye için kilit önemde birer ortaktır. İslam dünyasının büyük demokrasileri olarak iş birliğimizi daha da arttıracağız ve müşterek potansiyelimizi daha da iyi şekilde kullanacağız” açıklaması yapmıştı.[2]

Mahathir Muhammed’in açıklamasından yaklaşık bir ay sonra Pakistan Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kureyşi: “Malezya’nın Türkiye ve Pakistan’ın da bulunduğu İslam âleminin birliği ve kalkınması için iş birliği ve yardımlaşma teklifini içtenlikle ve samimiyetle kabul ediyorum” açıklaması yaparak teklife karşılık verdi.[3] Akabinde Pakistan Cumhurbaşkanı Arif Alvi, eylül ayının ortalarında Anadolu Ajansı’na verdiği röpartajında bu iş birliğinin temellerine ilişkin bazı ipuçları verdi. Alvi; Erdoğan, Mahathir ve Han’ın vizyoner liderler olmasını öne çıkaran röportajında, bu üç ülkenin büyük nüfuslarına ve büyük demokrasiler olduğuna vurgu yaptı. Ayrıca bu üç ülkenin dünyada barışa ve İslam ülkelerinin ekonomik kalkınmasına katkılarına da değindi.[4]

BM 74. Genel Kurulu’nda Erdoğan’ın “İsrail neresidir, sınırları var mı” açıklamasıyla aynı zeminde Mahathir Muhammed’in “Müslüman ve İslam düşmanlığı, İsrail’in kuruluşundan ötürü var” açıklaması İslamofobi’ye ve İsrail’in sınır tanımazlığına yapılan ortak vurgular olarak dikkat çekti. Benzer şekilde Erdoğan’ın Keşmir meselesini gündeme getirmesi ve İmran Han’ın bu husustaki teşekkürü, bu ülkelerin iş birliği çalışmalarının yansıması olarak değerlendirilebilir.

BM 74. Genel Kurulu görüşmelerinde bir araya gelen üç liderin toplantısından, İslamofobi ve İslam hakkında yanlış bilinen mevzularla mücadeleyi merkeze alan İngilizce bir kanal kurulması kararı çıktı. İlerleyen zaman diliminde İmran Han’ın Türk dizilerine değinmesi ve Diriliş Ertuğrul dizisinin Urdu dilinde tüm Pakistan’da yayınlanacağını belirtmesi[5] iş birliği alanlarının boyutlarına işaret ediyordu. İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun kurulması planlanan kanalın, İslamofobi ile mücadele çatısı altında güçlü bir medya ve iletişim merkeziyle temellendirilmiş, dijital tabanlı bir platform kurularak sosyal medyaya yönelik aydınlatıcı videolar, belgeseller ve video haber üretimi yapacağını açıkladı. Ek olarak çağrı merkezi, ihbar hattı, sinema filmleri için fon, sosyal medya kampanyaları, rapor ve kitap yayınları gibi çalışmaların da gündemde olduğunu belirtti. Kanalın merkezinin İstanbul olması yüksek bir ihtimal olarak değerlendirilirken; ülkelerin bu sektörlerindeki tecrübelerinden ve Türkiye’de de TRT’nin birikiminden yararlanılacağı belirtiliyordu.[6]

Kuala Lumpur Zirvesi

18-21 Aralık’ta Malezya’nın başkentinde düzenelenecek Kuala Lumpur Zirvesi ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Mahathir Muahmmed, TV kanalı projesinin bildiriler yayımlayıp daha sonra yayımlanan bildiriyi unutmak yerine somut bir adım olduğu yorumunda bulundu. Ayrıca bu zirve büyük İslam medeniyetinin yeniden inşa edilmesi için ilk adım olabilir değerlendirmesi yaptı. Mahathir’in Endonezya ve Katar gibi ülkelerle ortak sorunlarımız var vurgusu[7]; bu iş birliğinin genişmelesine ve bu genişlemede ilk olarak hangi ülkelerin yer alabileceğine ilişkin sinyaller olarak yorumlanabilir.

Türkiye-Malezya-Pakistan üçlüsünün İslam medeniyetini yeniden ayaklandırma girişimi, öncelikle daha önce yapılmış benzer çabaları akıllara getirmektedir. Bu anlamda bu girişimin geleceğinin daha iyi inşa edilebilmesi için benzer girişimlerin tecrübe edilmiş olması önemlidir. İslam İşbirliği Teşkilatı ve Gelişen Sekiz İslam Ülkesi (D-8) gibi birliklerin içinde yer alan bu üç ülkenin yeni girişimi, benzer yapılanmaların bir adım önüne geçecek çalışmaları barındırmalıdır. Bu anlamda şimdiye kadar yapılan açıklamalar, bu yönde izlenimler vermektedir. Üç ülkenin liderlerinin vizyonerliğine yapılan vurgu son dönemde dünyada liderlerin yön vericiliğinin artış gösterdiği gerçeğiyle uyum içerisinde. Demokrasi vurgusu ise, halkın seçimiyle iş başına gelen yönetimler olarak değerlendirildiğinde, İslam ülkeleri arasında son dönemlerde halkın darbeci ve otoriter rejimlere tepkisini anlamlandırabilmek açısından önemli. Benzer şekilde dünyada artış gösteren aşırı sağ eğilimler ve milliyetçi söylemlerin bu üç ülke arasında sorun oluşturmaktan uzak bir konu olması, bu girişimin geleceğe olumlu bakabilmesi adına kıymetli. Bu üç ülkenin nüfuslarının kalabalık olması da hem temsil adına hem de karşılıklı etkileşimi yoğunlaştırabilmek adına ayrı bir fırsat alanı olarak görünüyor.

Ayrıca barışa yapılan vurgu, Keşmir gerilimini askeri eğilimlerle tırmandırmaya çalışan Hindistan’a karşı Pakistan’ın diplomasiye işaret etmesi ve Suudi Arabistan-İran arasında İmran Han’ın arabuluculuk çabaları, Pakistan’ın bölge ve dünya barışına katkı çabaları olarak değerlendirilebilir. Türkiye, ABD’nin Kudüs kararı, İran yaptırımları ve Suudi Arabistan-İran gerilimi gibi bölgede gerilimi tırmandıran tüm gelişmelerin karşısında yer almış ve Barış Pınarı Harekatı ile terörden arındırılmış bir güvenli bölge inşasıyla bölgede ve dünyada barış için önemini göstermiştir. Benzer şekilde ASEAN ülkelerinin halledemeyeceği sorunları[8] Malezya’nın çözme eğilimine Türkiye’den gelen destekle çözüm arayışlarının güçleneceği düşüncesinin Malezya basınına yansıması, Malezya’nın bölge ve dünya barışına sunması muhtemel katkılar olarak değerlendirilebilir. İslam ülkelerinin ekonomik kalkınmasına bu üç ülkenin öncülük etmesi de elbette belli ölçülerde mümkün görünmektedir. Yine bir medya merkezi ve TV kanalı kurmaya yönelik adımlar, bu üç ülkenin medya anlamında yapacağı çalışmalara işaret ederken, bu anlamda kayda değer sonuçların alınması muhtemeldir.

Üçlü İş Birliğinin Gelişimi Nasıl Sürdürülmeli?

Şimdiye kadar bu üç ülkenin girişimlerine ilişkin gündeme gelmeyen ancak bu üç ülkenin potansiyelleri bağlamında atabilecekleri adımları da belirtmekte yarar var. Günümüzde halen dünyanın bazı bölgeleriyle ilgili gelişmeler Batı medyası üzerinden takip edilebilmektedir. Geçtiğimiz yüzyıllarda İslam ülkelerinin ve Doğu toplumlarının ilimde ve ilerlemede geri kalmış olması nedeniyle, günümüz dünyasında çözümler sadece Batı toplumlarının önerdiği veya ürettiği yaklaşımlarla sınırlı kalmaktadır. Bu yaklaşımlar ise, İslam ülkelerinin sorunlarının çözümünde gerçekçi bir çözüm ortaya koyamamaktadır. Batı’nın belli alanlarda kaydettiği ilerlemeden yararlanmak kaçınılmaz olduğu gibi, tarihte İslam medeniyetinin ortaya koymuş olduğu ilerleme ve çözüm örneklerinden de yararlanmak gerekmektedir.

Prof. Dr. Fuat Sezgin: “İslam medeniyetinin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak; Batılılar’a anlatmaktan çok daha zor” tespitini yapmıştır. Bu tespitten yola çıkarak, önce İslam medeniyetinin görkemini ortaya koyacak ilmi çalışmalara daha çok yoğunlaşılmalı ve bu anlamda eserlerin sayısı artırılmalıdır. Bu üç ülkenin işbirliği ile önce kendimizi sınırlayan bu anlayıştan kurtulmaya yönelik alternatif okumalar ve alternatif paradigmalar üretmeye yönelik İslam medeniyeti literatürü sağlıklı bir biçimde ortaya çıkarılmalıdır.

Bu anlamda doğru teşhisin koyulması, çözüm yollarının tartışılması ve çözüme dönük samimi ve güçlü iradelerin olması gerekmektedir. Şimdiye kadarki gelişmelerde, halkların tabanda gösterdiği samimiyet ve iradenin ülke yönetimleri tarafından da gösterildiği izleniminin olması bu üç ülkenin en önemli avantajı olarak görülebilir. Ayrıca İslam ülkeleri arasında iş birliğinin eğitimden medyaya, akademiden ekonomiye, teknolojiden bilime, savunma sanayinden kültürel faaliyetlere taşınması gerekmektedir.

Bugün İslam medeniyetinin inşası anlamında birçok söz söyleniyor ancak en büyük sorun sözün eyleme dönüşmesi noktasında yaşanıyor. Bu anlamda Türkiye-Malezya-Pakistan iş birliği genişlemeye değil, eyleme dönüşmeye odaklı olmalıdır. Bunu yapabilmek için de, her söylemin eyleme dönüştürülmeye yönelik planlaması hazır olmalı ve eyleme dönüşme aşamasında karşılaşılacak olası sorunlar şimdiden masaya yatırılmalıdır. Bugün İslam medeniyetinin parçalanmışlığı içinde bir birliktelik hayal bile edilemezken; bazı dönemlerde de imkânlar yeterince uygun ve hızlı değerlendirilemediği için şu ana kadar yapılan girişimler başarıya ulaşamamıştır. Bazı imkanlara erişilse bile önemli olan bu imkanların sürdürülebilir olmasıdır. Yani özetle; bugün siyasi şartlar İslam ülkelerinin birliğine müsaade etmiş olsa, kaynakları ve imkanları bu birliği sürdürebilecek kapasiteye sahip midir? Bu noktada atılması gereken adımlar neler olmalıdır? İslam dünyası her ne kadar ciddi zorluklar içindeyse de bazı önemli imkânlara da sahiptir. Zorlukların geride bırakılıp imkânların öne çıkarılması için önce hayal edilmeli, akabinde hayaller somut adımlara dönüşmelidir.

İslam dünyası ne zaman hamasetten uzak, ayakları yere sağlam basan sağlıklı mekanizmalar oluşturabilecektir? Üç ülke arasında görülen birlik ve dayanışma zemini, toplumsal zemine aktarılabilecek mi? İslam ülkelerinin sorunlarına dair İslam medeniyetinden çözüm önerileri, İslam ülkelerinin gündemlerinde yeterince yer tutabilecek midir? Bunun için neler yapılmalıdır? Üç ülkenin iş birliğinin sürdürülebilmesi için öncelikle bu soruların cevaplandırlması gerekmektedir.

ORDAF 

 Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği